Hem Türkiye hem de uluslararası arenada takdir gören; müziğiyle, vokal tarzıyla ve albümleriyle birçok başarıya imza atan Aynur, dünyaca ünlü Elbfilarmoni Salonu’nda sahne aldı.
Bugüne kadar Tunus, İrlanda, Almanya, Kanarya Adaları, Singapur, İspanya, İsveç, Brezilya’da konserler vererek Kürt müziğini dünyaya tanıtan Aynur, Hamburg’un simgesi olarak görülen 2000 kişi kapasiteli dünyaca ünlü Elbfilarmoni Salonu’nda sahne aldı.
Aynur Doğan’ın geçtiğimiz akşam sahne aldığı, dünyanın en iyi akustuğine sahip, Elbe nehri kıyısında inşa edilen ve kente 866 milyon Euro’ya mal olan ‘Hamburg’un İncisi’ olarak tanınan, 110 metre yüksekliğindeki konser merkezi Elbfilarmonie Salonu’nu dolduran 2000 kişi Aynur’a eşlik etti.
Aynur Doğan, konserin duyurusu yapıldıktan yalnızca üç saat sonra tüm biletleri tükenen Elbfilarmoni konserinde yaklaşık iki saat boyunca izleyicileri adeta büyüledi. Sahne performansı ve ağıt şeklinde söylediği birbirinden güzel şarkılarıyla Hamburg’da binlere seslendi.
Klarnette Alex Simu, tenburda Cemil Qoçgîrî, bas gitarda Manuel Lohnes,perküsyonda Kadir Doğan ve piyanoda da Franz von Chossy’in eşlik ettiği Aynur Doğan, Kürtçe söylediği şarkıları öncesinde Dersim’de yaklaşık bir haftadır devam eden orman yangınları için duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
Sahnede söylediğiKürtçe ve Türkçe şarkılarla izleyicilerden yoğun alkış alan Aynur, istek üzerine tekrar sahneye çıkıp izleyicilerle birlikte bir eser daha seslendirdi ve dinleyicilerine unutulmaz bir gece yaşattı.
Almanya’nın en önemli mimari projelerinden olan Hamburg’taki konser salonu Elbfilarmoni, düzenlenen görkemi bir törenle Ocak 2017’de açılmış ve ilk konserde salonda Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ve Başbakan Angela Merkel de yer almıştı.
16.8.2017:
https://www.birgun.net/haber-detay/aynur-dogan-hamburg-un-incisi-nde-herkesi-buyuledi-175062.html
Kürt müziğinin yıldızlarından Aynur, yeni albümü “Hawniyaz”da dünyaca ünlü virtüözlerle bir araya gelerek beş parça üzerinden doğaçlama bir kayıt yaptı. Sony Music etiketiyle yayımlanan “Hawniyaz” albümünde Aynur, kemençe virtüözü İranlı Kayhan Kalhor, tambur ustalığı ve deneysel müziğe yaratıcı yaklaşımlarıyla bilinen tambur ustası Cemîl Qoçgîrî ve post-bop’tan etno-caz’a, birçok müzik türüne hâkim olan Azeri piyanist Salman Gambaro ile bu toprakların hikâyeleri üzerinden müzikal bir yolculuk yapıyor.
Yurtdışında yaşayan Aynur, mail yoluyla sorularımı yanıtladı.
– Albümün adı neden Hawniyaz?
Hawniyaz hem Farsça hem de Kürtçe’de kullanılan bir kelime. Bir araya gelmek, buluşmak, birbirlerine nefes olmak, niyaz etmek, çalmak ve söylemeyi ifade eden bir kelime. Bir diğer anlamı ise “Havadaki Dilek” demek. Yani bir nevi diledik, istedik bir araya geldik ve “Hawniyaz” oldu.
– “Delale”, “Rewend”, “Xidire min”, “Malan Barkir – Berivane”, “Ehmedo – Ez Reben Im” parçalarını neden yeniden seslendirmek istediniz?
İlk buluşmamız ve kayıt 2012 yılındaydı. Bu repertuvar sevgili Kayhan veya Salman için yeniydi, konserde dinlediler ve çok beğendiler. Zaten projeye albüm yapma fikri ile başlamadık, sevdiğimiz tınıları ve şarkıları farklı şekillerde dillendirmek için bir araya geldik. Cemil’in de bildiği bu tınılarla proje daha da kolay gelişti. Albümün diğer çalışmalardan farklı olan yanı, herhangi bir kurgu üzerine değil, herkesin doğaçlama yaptığı, kendinden bir şey kattığı ve canlı kaydedilen bir albüm. Geleneksel ama biraz deneysel, biraz klasik, caz ve mistik motifleri barındıran bir albüm.
– Bu dörtlü, müzikte neyi meydana getirdi?
Müzik ruhlarımızın elçisidir. Biz de bunu bekleyen sahiplerine teslim etmek, paylaşmak için bir araya geldik. Ortak bir şeyler yapmanın veya geliştirebilmenin mümkünlüğünü, güzelliğini, sadeliğini müzik ile paylaşmanın keyfini yaşadık. Kendi işinin ustaları ile çalışmak, şarkı söylemek, onların tonları ile bütünlük sağlamaya koyulmak, güven ve huzuru ve sonrasında ise tecrübeyi getiriyor.
– Bir parçayı Kürtçe okumak sizi daha mı kendiniz yapıyor? Peki Türkçe ya da başka dilde okumak?
Kürtçe okurken çok daha serbest, açık hissediyorum ve en önemlisi bütün çocukluğumu yaşadığımı hissediyorum. Belki de unutmamak için belki de o duyguyu kaybetmemek, yaşatmak için, bilmiyorum. Fakat türküler, deyişler, uzun havalar bunlar da benim geleneklerim, bunları okuduğumda da aynı duyguları hissediyorum. Hissettiklerimin dili Kürtçe olduğunda bile duygu tüm Türkiye! Bence bu tabloya böyle bakıp değer yüklemek lazım. Türkiye’nin zenginliği olarak görenler, önyargı taşımadan dinleyenler de var. Ben bu düşüncedeki, bu inançtaki herkese her dinleyicime sonsuz sevgi saygılarımı sunuyorum. Bunu özellikle belirtmek istedim. Müzik ile gerçek bir bağ oluşturmuşsan en kolayı o iki sözü telaffuz etmeye kalıyor. Gerisi öğrendiğimiz önyargılardır.
– Kürtçe müzik yapmak başlı başına bir politik duruş mudur?
Elbette! Varlığı kabullenilmeyen bir dili oluşturan her öğe politiktir. Biz müzik yaparken mümkün mertebe aradaki bağı hatırlatmaya, yalınlaştırmaya çabalıyoruz, fakat bunun kolay olmadığını aktarabilirim..
Keçe Kurdan: kadının yeniden uyanışı
– Sizi parlatan parça “Keçe Kurdan”, “Yare” Şivan Perwer’in eserleri… Şivan Perwer’in müziğinize katkısı nedir?
Ben Kürtçe ile büyüdüm. Çocukluğumdan beri dinlediğim, doğduğum bölgeye yani Dersim’e ait şarkılar, ağıtlar, cem tutan pirlerimiz, bütün bunlar beni hazırlamıştı zaten. Şivan Perwer’i biliyordum ama İstanbul’a yerleştikten sonra yani 90’larda detaylı dinleyebildim. Özellikle ilk kez canlı dinlerken çok etkilenmiş ve çok heyecanlanmıştım. Sesindeki coşku, heyecan ve umut cesaret vericiydi. Bunun yanında Mahmud Baran, Şeroyê Biro, Aram Tigran, Meryem Xan’ları dinleyerek büyüdüm.
Keçe Kurdan şarkısını ise; kadınlara yüklediği misyon, kendileri için mücadele etmeye davet ettiği için, yani kadının yeniden uyanışının sembolü olduğu için söylemek istedim.
– Bir röportajınızda Türkiye’de konser vereceğiniz zaman sabıka kaydı istediklerini satır arasında söylemişsiniz. Hâlâ öyle mi?
Yaklaşık üç yıldır Türkiye’de konser yapmadım.
– Yurtdışında o kadar konser verirken Türkiye’de neden az konser veriyorsunuz?
Talep en fazla yurtdışından geliyor, nerdeyse tamamıyla yurtdışından diyebilirim. Bu şartlarda kimse Türkiye’de Kürtçe müziğe pek yer vermek istemiyor.
– Nerede yaşıyorsunuz? Lütfen cevap göçebeyim olmasın…
Eee öyle maalesef… Bütün çalışmalarım, ortak projelerimi geliştirdiğim müzisyenlerin hemen hepsi Avrupa’da yaşadığı için, zamanımın büyük bir kısmı orada geçiyor.
– Tunus, İrlanda, Almanya, Kanarya Adaları, Singapur, İspanya, İsveç, Brezilya… Dünyayı dolaşıyorsunuz konserler için. Valizinize neler koyup dönüyorsunuz?
Güzel bir konser ve güzel dinleyiciler olduğunda, sığdıramayacak kadar muhteşem bir enerji ile dönüyorum. n Sizinle ilgili bir eleştiri yazısında “Kim Aynur’a özgü bir soundun varlığından söz edebilir ki? Bir star doğuyor ama bir sound doğamıyor” diye yazmış. Bunu kabul ediyor musunuz? Sanırım 2004 yılında, ilk albüm için yapılmış bir değerlendirmeydi. Her dönemin ruhu başka olabilir. Ben ses sanatçısıyım, farklı müzisyenler ile yan yana gelirim, değişik denemeler yaparım. Benim soundum sesimdir.
Gözler hep kapalı…
– Parçaları daha çok gözü kapalı söylüyorsunuz… Gözünüz kapalı şarkı söylerken nerelere gidiyorsunuz?
Şarkılarımla bütünleşiyorum. Kendi duygularımla buluşuyorum.
– Yaşar Kemal sizin için “Sesi dağlardan aşağı inen binlerce keçinin sesi kadar güçlü” demiş. Sahnede sesiniz en üst seviye çıktığı zaman ne hissediyorsunuz diye sorduklarında da “Bilmiyorum sadece içimden nehirler aktığını hissediyorum” demişsiniz. Siz ve sizi tanımlayanlar hep doğadan referans veriyor…
Çocukluğum doğa ile iç içe geçti, kendimi bunun için çok şanslı hissediyorum. Benim için doğa, yaşam, nefes, kendimi bulma, daha çok kendimle olmak ve kendimi ifade etme biçimi.
– Türkiye’de de müzikseverlerle buluşan albümün kitapçığında neden Türkçe çeviri yok?
Albüm aslında yurtdışından bir şirket ile yapıldı ve orada çıktı. Talep fazla olunca, burada da çıkarmaya karar verdik. Şarkıların büyük bir kısmının çevirisi diğer albümlerde ve web sayfamızda zaten mevcut.
‘Tedirginlik içindeyim’
– Türkiye’nin gündemiyle ilgili olarak neler söylemek istersiniz? Siz nasıl bir ruh hali içindesiniz?
Tedirginlik içerisinde ve üzülerek izliyorum.
– Türkiye’de Kürt kimliğinin yaşadığı sorunlarla ilgili olarak ne söylemek istersiniz?
Bu ülke her köşesindeki rengi ile zengindir. Bunu görüp kabullenmemiz lazım. Beraberce eşit ve özgür bir yaşamı güçlendirmekten başka çaremiz yok.
‘Acı, Kürt coğrafyasının gerçekliği’
– Albümü dinlediğimde içim acı hissiyle doldu… Albüm bir bütün olarak bize ne anlatıyor?
Albüm aslında yaşadığımız coğrafyayı anlatıyor. Acı maalesef Kürt coğrafyasının gerçekliği ve müziğinde de sıkça görebilirsiniz. Bu albümdeki sözlerde de acı, hüzün, özlem, umut hatta isyan var.
– Neden hep acının acı tarafını anlatırız?
Belki de içimizden söküp atmak için, bilmiyorum. Belki de görülmeyen acılar olduğu içindir, acıtanlara duyurabilmek için…
– Aynur müzisyen kimliğinin dışında kimdir? Hüzünlü müdür? İsyankâr mıdır?
Ben de bazen isyankâr bazen hüzünlü olabiliyorum, fakat genelde en dibe vururken bile umutluyum.
12.8.2017
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/802050/_Hissettiklerimin_dili_Kurtce_duygu_butun_Turkiye__.html
Henüz “çözüm süreci”nin canlılığını koruduğu ve Kürtler, Kürt Müziği, Kürt sineması, edebiyatı, yaşamı Türkiye’nin “Batı” kesimi için “keşfedilmeye” değer olduğu dönemlerde Aynur Doğan da birçok Kürt sanatçı gibi sesini ve Kürt müziğini daha fazla duyurma imkanı buluyordu.
O dönemlerde Ajda Pekkan, Sertap Erener gibi Türkiye’nin en önemli sesleri ile birlikte sahne aldı. “Gönül Yarası” filminde okuduğu “Dar Hejîrokê” (İncir Ağacı) adlı şarkı ile bir “Türküye ağlamak için Kürtçe bilmeye gerek olmadığını” hissettirdi. Ancak ne hikmetse “günün birinde” aynı Aynur Doğan, Kürtçe şarkı söylüyor diye bir konser sırasında “linç edildi”.
Sanatçı 2011 yılında Harbiye Açık Hava’da, konser sırasında yaşadığı bu olay sonrasında, çalışmalarını daha fazla Avrupa’da devam ettirmeye başladı. Son yıllarda Cemil Qoçgiri, Kayhan Kalhor ve Azeri piyano sanatçısı Salman Gambarov ile birlikte sahne aldı. Daha fazla deneysel çalışmalara yöneldi. Bunun çalışmaların sonucu olarak “Hawniyaz” (Bir arada, birlikte) adıyla bir albüm ortaya çıktı.
Sony Music etiketiyle yayınlanan albümde beş şarkı yer alıyor. Albüm 2015 yılının sonlarında Avrupa ve ABD’de yayınlandı. Ancak Türkiye’de daha yeni dinleyicilere ulaşabildi.
Albümde Aynur Doğan’a; kemençede efsane Kürt sanatçı Kayhan Kalhor, piyanoda caz piyanisti Azeri Salman Gambarov ve tamburda usta müzisyen Cemîl Qoçgirî eşlik ediyor.
Albümün tanıtımında “Bu toprakların hikayelerini, acılarını, aşklarını, kederlerini gerek Aynur’un zengin sesi gerekse her biri virtüöz olan müzisyenlerinden enstrümanlarından dinleyeceğimiz “Hawniyaz”da her biri birer müzik ziyafeti veren beş yeni şarkı dinleyicilerle buluşuyor” deniliyor.
Aynur Doğan, albüm ve müzik çalışmaları ile ilgili olarak bianet’in sorularını yanıtladı.
Müzik hayatınız giderek “ilginç bir hal” alıyor. Keça Kurdan, Nûpel, Rewend, Hevra gibi pop, folk, rock fusion gibi tarzlarda şarkılar söyleyen Aynur, Hawniyaz ile başka bir müzikal tarz ile karşımıza çıkıyor. Bu değişimi aslında son yıllarda Kayhan Kalhor, Cemil Qoçgirî ve diğer başka sanatçılarla yürüttüğünüz çalışmalar aracılığıyla hissettiriyordunuz. Müzikal tarzınızdaki bu değişikliği nasıl yorumlamak gerekiyor?
Evet, biraz inişli çıkışlı, bazen duraksayan, bazen parlayan bir müzik yolculuğum oldu… Fakat arayışlar, denemeler hep ilgimi çekti ve geç de olsa bu tür çalışmaları yapmaktan çekinmedim. Aslında bu motivasyon hep benimle vardı, tam da bu arayışlar bana Yo Yo-Ma ve onun gibi çok değerli ustalarla buluşmama imkan sağladı, sağlıyor. Farklı tarzları, kültürleri kavramak, birlikte yoğrulmak ve birlikte yeni bir nefes oluşturmak bir müzisyenin en büyük heyecanı olsa gerek! Dünyanın her köşesinde bu renkleri taşıyan müzisyenlerle yollarımın kesişmesi, her seferinde hem farklı bir pencere açmamı sağlıyor, hem de bir şekilde müziğe daha fazla sevdalanmamı. Yüreğime sığdırdıklarımla yola devam etme gücü ve güveni sağlıyor.
Bu müzikal değişikliğin Kürt müziğinin dünya müzikleri arasında yer almasına nasıl bir katkısı olabilir? Kürt müziği ile doğuda yaşayan diğer halkların müziklerinin aynı potada yer alması, dünyanın geri kalan müzikleri ile buluşmasına katkı sunuyor mu bu tür çalışmalar?
Kürt kültürü neredeyse bütün Orta Doğu’ya yayılmış, etkilemiş ve de etkilenmiştir. Son yüzyılda bu etkilenme çok daha fazla hissedildi fakat ısrarla kendisine ait olanı korudu. İşte sanatçıların veya icracıların görevi bu detayları parlatmak. Kürt coğrafyası bu konuda gerçekten çok zengin bir müzik yelpazesine sahip. Farklı coğrafyalarda bölünen Kürt halkı her ülkede kendine has bir stil geliştirmiş ve bu da ayrı bir zenginlik kazandırmıştır. Fakat uluslararası alanda bir temsiliyetin olmaması bu farkındalığı zorlaştırıyor. Katıldığım birçok festivalde Türk şarkıcı diye lanse ediliyordum. Elbette bunu açıklamak zorunda kalmak pek sevimli olmasa da, doğru bilgi vermenin zorunluluğunu hissediyordum. Bu coğrafyadaki melodiler bizler için bile aynı iken, uluslararası alanda farkındalık yaratmak ancak iyi icra ile mümkün olabilir. Birbirine geçmiş kültürlerin detaylarını gerçek sanatçılarla ve iyi icracılarla yapmak mümkündür.
Yine aynı çerçeveden baktığımızda, yaşanan değişimi zorunluluktan kaynaklı olarak da yorumlayabilir miyiz? Zira artık Kürt müziğinin de klasik formdan modern formlara, dünya müzik kategorisinde yerini alacak olan formlara yol aldığını görüyoruz. Kürt müzik dinleyicisi de diğer müzik dinleyicileri gibi müzikte değişiklik istiyor. Aynur Doğan’ın yöneldiği bu değişikliğin bu “zorunluluk” ile ne kadar bağlantısı var?
Ben müziğin zorunlulukla ortaya çıkacağına, farklılık yaratacağına inanmıyorum, hissetme meselesi. Benim motivasyonum aslında böyle bir zorunluluktan değil, daha çok hissiyattan geliyor. Müzik ortak bir dil, amaç ise bu ortak dil ile ne kadar anlaşabiliriz, ne kadar aynı ne kadar farklıyız. Bazen denersiniz olmaz, bazen ise bir tını ile dünyanın her köşesine ulaşırsınız.
İran, Irak, Suriye, Erivan, Kafkaslardaki Kürtlere baktığımızda çok fazla yozlaşmadan farklı arayışlar deneyimler az da olsa olmuştur. 70’lerde özelikle klasik, rock, hatta caz blues vs denemelerini görmek mümkün. Genel tabloda Kürt müziği en çok Türkiye’de bastırılmış, birçok şarkı Kürtçeden Türkçeye çevrilmiş. Maalesef bu topraklardaki müziği tek bir kılıfa sokmak ve aynılaştırmaya çalışmak bir ülkenin başına gelebilecek en acı kültür kıyımı olmuş.
Değişikliğin müzikal açıdan olduğunu söylemek ile birlikte, bunun sözel ve şarkı anlamında olmadığını da görüyoruz. Yani evet müzikal altyapı ve düzenleme açısından yeni bir yerde duruyor bu çalışma ama eski şarkılar üzerinden gerçekleşiyor. Rewend, Ehmedo yine öyle. Neden yeni şarkılar ile bu yolculuk devam etmiyor? Yeni derken sadece yeni bir eser üretmekten bahsetmiyorum. Bu yenilik klasik Kürt müziğinin şarkılarının tarafınızdan yeniden yorumlanması şeklinde de olabilir.
Aslında bu proje 2012 yılında Almanya’da gerçekleşen Morgenland adlı bir festivalde başladı. Hepimiz orada ayrı ayrı kendi konserimizi verdik, konser sonrası yemekte bir araya geldik. Sevgili Cemil “beraber bir kayıt yapsak ne güzel olur” fikrini ortaya atınca, hepimiz çok heyecanlandık. Festival direkrötü sevgili Michael tüm koşullarını seferber edip ertesi sabah erken saate videolu bir kayıt olanağı sağladı. Herkes şarkıyı bir gün önce konserde dinlemişti ve çok beğenmişti. Hiç prova yapmadan bir kere canlı çalıp kaydettik. O buluşmada hepimiz büyülendik ve neden quartet olarak bir araya gelip konserler vermeyelim dedik ve böyle başladı.
Repertuar benim konser repertuarımda yer alan şarkılar içerisinden ortaklaşa seçildi ve bu repertuar sevgili Kayhan ve Salman için çok yeniydi. Uzunca bir süre konserlerini yaptık. Sonra proje çok beğenildi ve Harmonia Mundi albümünü yapıp piyasaya çıkarmak istedi. Yani biz aslında albüm yapalım fikri ile yola çıkmadık, süreç içerisinde gelişen yoğun ilgi sonrası gelen talebe cevap verdik. Albümü 2015’in sonuna doğru stüdyoya girip canlı kaydettik ve 2016 yılı ortasına doğru tüm Avrupa ve Amerika’da çıktı. Sanırım Türkiye’de süreç çok uygun olmadığı için bir sürü proje o dönem askıya alındı ve dolayısıyla Türkiye dinleyicisi ile çok geç buluştu.
Bir de, Hawniyaz adlı bu çalışmanın 2016 senesinde aynı içerikte çıktığını görüyoruz. Bu durumu açıklayabilir misiniz? Neden aynı albüm bir daha çıktı? O dönem ilgi mi uyandırmadı?
Yukarıda da bahsettiğim gibi, albüm yurtdışında 2016’da yapmış olduğumuz albüm ama Türkiye’de yeni basıldı. Sadece o dönem Türkiye’de koşullar uygun olmadığı için piyasaya çıkarma kararını ertelemiş olmalılar.
Albüm ile ilgili ekibin çeşitli konserler verdiğini biliyoruz, bundan sonraki program hakkında bilgi verebilir misiniz?
Projenin konserlerinin yoğun olan dönemi geçti. Yaklaşık 4 yıl boyunca konserlerini yaptık. Şimdi herkesin ayrı ayrı projeleri ve konserleri olduğu için bir araya gelmek her zaman kolay olmuyor.
Bu dönem daha çok kendi solo konserlerim yoğun. Önümüzdeki hafta Elbphilharmonie’de konserim olacak, çok heyecanlıyım. Tüm dünyanın gözünün üstünde olduğu bir konser salonu ve onun ilk programında yer almak benim için çok özel.
Bir dönem Türkiye’de çokça konser veriyordunuz. Son birkaç yıldır ise Türkiye’den ziyade dünyanın başka yerlerindeki konserlerinizi duyuyoruz. Türkiye’ye gelmemenizin son yıllarda yaşanan siyasi atmosferle ve yine Aynur Doğan’ın müzikal anlayışındaki bu değişimle bir alakası var mı?
Evet o dönemleri çok özlüyorum. Türkiye’de konser vermek beni hep çok heyecanlandırır fakat son yıllardaki atmosfer çok fazla canımı acıtmaya başladı. Şimdilik fazla bir şey yapamıyoruz. Konserlerim çoğunlukla Avrupa’da, talep de daha çok oradan geliyor. (FD/ÇT)
12.8.2017:
http://m.bianet.org/biamag/toplum/189050-aynur-bazen-bir-tini-ile-dunyanin-her-kosesine-ulasirsiniz
Aynur Doğan, Sony Music etiketiyle yayınlanan ve her biri birer müzik ziyafeti verecek olan beş şarkıyı müzikseverlerle buluştuğu bu albümde, doğaçlama sanatının ustalıkla kullanılarak yeni bir boyuta taşındığı arşivlik bir çalışma ortaya koyuyor.
Doğu ve batı müziklerinin renklerini yorumlayarak müzikal bir ifade ortaya koyan Doğan, “Hawniyaz” albümünde; uluslararası arenada saygı gören bir kemençe virtüözü olan İranlı Kayhan Kalhor, tambur ustalığı ve deneysel müziğe yaratıcı yaklaşımlarıyla bilinen tambur ustası Cemîl Qoçgîrî ve post-bop’tan etno-caz’a, birçok müzik türüne hakim olan Azeri piyanist Salman Gambaro ile oldukça güzel bir uyumu ve dinleyeni kendi coğrafyalarında yolculuğa çıkaran müzikal bir lezzeti dinleyiciyle buluşturuyor.
İranlı kemençe ustası Kayhan Kalhor ve Aynur’un 2012 yazında Osnabrück’te tanışmasının ve geleneksel müziğe olan sevdaları ile Kürt kökenleri aracılığıyla bir araya gelmelerinin ardından, Azeri caz piyanisti Salman Gambarov ve Kürt tambur ustası Cemîl Qoçgirî ile hep birlikte doğaçlama caz yapmaya başlayan bu dörtlü, aralarındaki etkileşim ve doğaçladıkları müzik ile hem kendilerini, hem de dinleyenlerini hayran bırakmışlardı. Doğaçlama gelişen bu etkileşimin ardından, uzun süreli birlikte müzik yapma kararı almaları üzerine ortaya çıkan “Hawniyaz” aynı zamanda geleceğe dair yeni ve farklı projelerin de sinyalini veriyor.
2010 yılında Sony müzik etiketiyle yayınlanan “Rewend “adlı albümü, yaklaşık iki yılık bir çalışmanın ürünü olarak vitrine çıktı. Albüm kayıtlarının büyük bir kısmını Mainz’da gerçekleştiren Doğan, albüme adını veren Rewend adlı şarkıya ünlü yönetmen Fatih Akın ile birlikte Hasankeyf’te bir de video klip çekti. Sanatçı 2013 yılında yine dünyaca ünlü besteci ve gitarist Javier Limón ile Kürtçe şarkılarla Flamenkonun biraraya getirildiği Hevra / Beraber albümünü çıkardı.
Buika, Yasmin Levy ve Mariza gibi dünyaca ünlü isimlerin prodüktörlüğünü de yapan, Latin Grammy ödüllü İspanya’nın dünya müzikleri alanında en ünlü prodüktörlerinden biri olan ve uluslararası bir şöhretle latin cazın da en iddialı isimlerinden olan Limón ve Doğan’ın, evrensel bir dil yakalayan “Hevra” albümü doğunun ve batının tüm müzikal zenginliklerini buluşturuyor. Yakın zamanda Yo-Yo Ma ve Silk Road Ensemble ile Istanbul’da verdiği konserlerin ardından adını World Müziğin vazgeçilmez ismi olarak yazdıran Doğan aynı zamanda Kayhan Kalhor, Salman Gambarov ve Cemil Qoçgiri ile birlikte Hawniyaz Quartet projesini de devam ettiriyor… (KÜLTÜR SERVİSİ)
16.7.2017:
https://www.evrensel.net/haber/326524/aynur-dogandan-yeni-album-hawniyaz
Kürtçe müziğin Dersim toprağından fırlayan ve en önemli değerlerinden biri olan Aynur Doğan ABD’deki Berklee Müzik Okulu tarafından ödül aldı.
Dersim insanının kendi topraklarından aldığı özel bir ruhu olsa gerek. Hele bu ruh bir sanatçıya, şaire, ressama, sinemacıya, yazara değmeye görsün. O zaman yüreğin gökyüzüne uzanan serüveni kendini gösterir.
Kürtçe müziğin Dersim toprağından fırlayan ve en önemli değerlerinden biri olan Aynur Doğan tam da bu serüvenin göğe en yakın olan tarafında durandır. Yıllardır bıkmadan, usanmadan müzikal bir arayışın içinde olan sanatçı dünyanın en prestijli müzik okullarından olan ABD’deki Berklee Müzik Okulu tarafından geleneksel olarak verilen Akdeniz Müziği Ustası ödülüne layık görüldü.
Aynur Doğan’a bu ödülün verilme nedenini Enstitünün sanat direktörü Javier Limón; “Aynur gibi kariyeri boyunca pek çok zorlukla karşılaşan ve arayışını sabırla sürdüren büyük yeteneklerin farkına vararak, gelecek kuşaktan kadın müzisyenler için bir örnek oluşturmaya çalışıyoruz” şeklinde açıkladı.
Akdeniz Müziği Ustası ödülü 2014 yılından beri veriliyor. İlk yıl, flamenko gitaristi Pepe Habichuela ve flamenko şarkıcısı José Mercé tarafından kabul edilen ödül, ertesi yıllarda mızıka sanatçısı Antonio Serrano ve flamenko efsanesi Pepé de Lucía’ya verildi.
Acılı olduğu kadar, doğanın diline inanan ve sığınan Dersim’de doğup, İstanbul’da müzikal çalışmalarını yürüten Aynur, müziğin geleneksel anlamda da önemli bir rol oynadığı alevi inanç, masal, mit ve şiirleriyle büyüdü.Müziğinin temelinde, yüzyıllardan bugüne kadar gelen geleneksel türküler vardır ve bu türküler özellikle Alevilerin, Kürtlerin hayatına, acılarına odaklanmıştır. Ana eksende ise Kürt kadınının oturduğunu görmek mümkün.
16 Mart 2016’ da verilen ödül töreninde kısa bir konuşma yapan Aynur, bu ödülünü Kürt kadınlarına adayarak şunları söyledi. “Büyütemediği çocuklarına ağıtlar yakan Kürt kadınının sesiyle büyüdüm. Günler aktıkça evlatlar yerine yaktığımız ağıtlar çoğaldı. İşte bu gün de o günlerden biri. Halepçe katliamının yıl dönümü bugün. Bu ödülü şiddet ve baskıya rağmen, boyun eğmeyen o erdemli kadınlarımıza adıyorum.”
Aynur, yaptığı müzikal çalışmalarla sözlü Kürt folklör geleneğinin korunmasına katkı sağlarken, köklerinden aldığı mirası da modern batı türleriyle harmanlayarak kendi müziğini oluşturmuştur.Yo Yo Ma, Silk Road Ensemble, Iranlı kemençe ustası Kayhan Kalhor, Suriyeli klarnetçi Kinan Azmeh, Türkiyeli besteci DJ Mercan Dede ve daha nice tanınmış Akdeniz sanatçısıyla ortak çalışmalar yapmıştır.
Berklee Müzik Okulu hakkında…
Dünyada çağdaş müzik alanında eğitim veren en büyük bağımsız okul olarak gösterilen Berklee Müzik Okulu, 1945 yılında ABD’nin Boston şehrinde kuruldu. Daha çok caz ve modern Amerikan müziği alanında verdiği eğitimle bilinen üniversite; rock, flamenko, hip hop, reggae ve salsa gibi tarzlarda da üniversite seviyesinde eğitim veriyor. Yakın bir zaman önce Boston Konservatuarı ile birleşen okulun İspanya’da da kampüsü bulunuyor.
24.07.2017:
Mutlu Çiviroğlu
Sesi ve müziği ile ünü Amerika’ya varan Kürt sanatçı Aynur Doğan, bir süredir yaşadığı Avrupa’dan dünyaya açılma projeleri üzerine çalışıyor. Aynur Doğan, uluslararası alanda prestijli müzik şirketleri ile yeni projeleri üzerinde çalışırken, Amerika’nın Boston kentindeki Berklee Müzik Okulu tarafından kısa bir süre önce kendisine verilen “Akdeniz Müziğinin Divası” ödülü ile müzik kariyerinde yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyor.
“Müzikte sadece yedi nota var ama bütün dünya aynı notalarla müzik yapıyor” diyerek müziğin evrenselliğine dikkat çeken Doğan, Kürt müziği için de “Kürt müziğinin kökleri çok derinlere dayanıyor. Kürt müziği fantezilerin değil, gerçek hikayelerin ürünüdür. Çünkü Kürtler hikayelerini, tarihi hafızasını yalnızca müzikle anlatabilmiş ve geleceğe aktarabilmiştir” diye konuştu.
Kendisine verilen ödülü “boyun eğmeyen Kürt kadınlarına” adayan Doğan, törenden iki gün sonra Amerika’dan ayrılırken, çoğunluğunu Amerikalı dinleyicilerin oluşturduğu yaklaşık bin kişilik salonda yaptığı konuşma kaldı akıllarda: “Büyütemediği çocuklara ağıtlar yakan Kürt kadının sesiyle büyüdüm. Ve gün geçtikçe ağıtlar büyüdü ama evlatlar büyümedi. İşte bugün o günlerden biri olan Halepçe katliamının yıl dönümü…”
Aynur Doğan sorularımıza şu yanıtları verdi:
Bu Amerika’ya ikinci gelişiniz. Daha önce de San Francisco’ya gelmiştiniz. Doğu tarafına ilk kez geliyorsunuz. Burada fırtınaya yakalandınız. Nasıl geçti Amerika ziyaretiniz?
Fırtına ile geldim, sanırım güneş ile gideceğim. Geldiğimden beri, -8 derecelerde aksiyonumu korumaya çalışıyorum. Çok güzel bir konser oldu. O konser gerçekten de içimi ısıttı.
Dünyaca ünlü Berklee Müzik Okulu tarafından “Akdeniz Müzik Ustası” ödülüne layık görüldünüz. Bu ödül sizin için ne anlama geliyor?
Güzel bir şey, güzel bir duygu oluştu. Tabii ki o ödül benim için, baskıya uğramış, şiddete maruz kalmış kadınların kendi aksiyonunu koruması, kendi gücünün farkına varması açısından değerlidir. Zaten ödülü baskıya ve zulme boyun eğmemiş kadınlara adadım. Onlar adına kabul ettim, bu beni bu anlamda mutlu etti. Müzisyenlik kimliğim açısından da değerli bir şey…
Bu ödülün size verilme nedenlerinden biri olarak da genç nesillere örnek oluşunuz gösterildi. Yani çalışmalarınızın profesyonel anlamda müzik eğitimi veren Berklee gibi bir müzik kurumu tarafından, kendi öğrencileri de dahil, genç nesillere örnek gösterilmesi oldukça önemli olsa gerek.
Önemli ve değerli benim için tabii ki. Önemli nokta ruhsal ve duygusal olarak koruduğum dinamiklik. Özellikle de öğrencilere, nasıl bir vizyon, yani ne söyleyebilirsiniz, nasıl bir yol sunabilirsin, sorusu önemli… Orada tabii ki canlı performans da oldu, öğrenciler de yardımcı oldular. Hepsi Berklee’de okuyor ve hepsi gerçekten yetenekli öğrenciler. Onlar geleceğin yetenekli müzisyenleri. Bazıları Latin Amerikalı, Sırbistanlı, Türkiyeli, Lübnanlı, Filistinli, İranlı, İspanyol…
Özellikle üzerinde çalıştığım bir proje yok. Yani nerede talep görüyorsam oraya gidiyorum. Tabii önümüzdeki dönem sanırım böyle bir çalışma olacak, çünkü birçok yerde talep var. Sadece Boston ve New York civarı değil, genel anlamda bir talep var. Latin Amerika’da özellikle. İleriki zamanlarda düşünüyoruz.
Peki, ödül töreninde en çok hoşuna giden veya dikkatini çeken şey neydi? Mesela Halepçeli bir Kürt kızın hem de Halepçe soykırımının yıl dönümünde konser sonrası o soğuk havaya rağmen arka kapıda sizi uzun süre beklemesi ve ardından sarılarak gözyaşlarına boğulması çok duygusal bir tabloydu.
Evet o benim de çok ilgimi çekti zaten. Halepçe için söylenebilecek çok bir şey yok, onu sadece içimizde acı olarak yaşıyoruz. Yani onun o gözyaşları, bana dokunurken buz gibi titreyen elleri, bunu tarif etmek çok zor. Kürtler’de, özellikle de bizim coğrafyamızda bu acılar halen yaşanıyor. Bir Cizre’yi unutmak mümkün mü? Bir Roboski’yi unutmak mümkün mü? Bu aslında insanın boğazını düğümleyen bir durum. Bununla ilgili söylenebilecek çok şey var, bazen gerçekten diyorsun ki hiçbir şey söylemeden bir şeyler yapmak lazım.
Bu acıları hak etmiyoruz. Özellikle de her şeye rağmen Kürt kadınının, aynı zamanda Kürt halkının, bu sadece Türkiye’deki, birçok Türk halkı da aynı şekilde, yani bu acıları yaşamak istemiyor fakat işte oluyor.
Burada sanatçılara aydınlara, yazarlara çok görev düşüyor.
Maalesef öyle bir döneme denk gelmişiz ki, her taraftan kilitlemişler bizi, ruhumuzu kilitlemişler, beynimizi kilitlemişler… Çünkü bize resmen acılar pompalanıyor. Buna yenik düşmemek gerektiğine inanıyorum. Her şeye rağmen diretmek lazım. Ve ben bunu görüyorum, bunun için özellikle de mücadele eden, halen her şeye rağmen, barış diyen, kadın gücümüzle, bu acıların karşısında duracağız. Feodalizmin çıkışı kadın üzerine olmuştur. Aslında oradan itibaren feodalizm gelişmeye başlıyor. Kadınlar olarak öncelikle biz buna karşı durmalıyız. Bizim bu acıların karşısında durabilecek gücü göstermemiz gerekiyor. Dayatılmış hiçbir baskıya bence boyun eğmemek gerekiyor.
Önümüzdeki dönemlerde ne tür çalışmalarınız olacak? Özellikle de kadın mücadelesi ve müziğini uluslararası alana ulaştırma konusunda ne tür çalışmalar yapmayı planlıyorsun?
Benim kadın olarak yapabileceğim en iyi şey nedir? Ben müzikle, sanatla yapabilirim ki bunun sanatla çok daha etkileyici olduğunu görüyorum. Gücüm yettikçe buna devam edeceğim. Gerek albüm projeleri gerek birçok farklı kadın müzisyenle bir şeyler yapmak adına, sanatla devam edeceğim. Buna ancak kendi müziğimle, kendi sanatımla katkıda bulunabilirim.
8.4.2017:
https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2017/04/08/aynur-dogan-kurt-muzigi-fantezi-degil-gercek-hikayelerin-urunu/
Aynur Doğan, ABD’deki Berklee Müzik Okulu tarafından geleneksel olarak verilen Akdeniz Müziği Ustası ödülüne layık görüldü. Ödül, üniversitenin Akdeniz Müziği Enstitüsü tarafından takdim edilecek.
Enstitünün sanat direktörü Javier Limón “Aynur gibi kariyeri boyunca pek çok zorlukla karşılaşan ve arayışını sabırla sürdüren büyük yeteneklerin farkına vararak, gelecek kuşaktan kadın müzisyenler için bir örnek oluşturmaya çalışıyoruz” dedi.
Akdeniz Müziği Ustası ödülü 2014 yılından beri veriliyor. İlk yıl , flamenko gitaristi Pepe Habichuela ve flamenko şarkıcısı José Mercé tarafından kabul edilen ödül, ertesi yıllarda mızıka sanatçısı Antonio Serrano ve flamenko efsanesi Pepé de Lucía’ya verildi.
Ödül 16 Mart akşamı düzenlenen törenle Aynur Doğan’a takdim edilecek.
1945 yılında kurulan Berklee Müzik Okulu, çağdaş müzik alanında eğitim veren en büyük bağımsız okuldur. Daha çok caz ve modern Amerikan müziği alanında verdiği eğitimle bilinen üniversite, rock, flamenko, hip hop, reggae ve salsa gibi tarzlarda da üniversite seviyesinde eğitim vermektedir. Boston’da bulunan ve yakın bir zaman önce Boston Konservatuar’ı ile birleşen okulun İspanya’da da kampüsü bulunmaktadır.
15.03.2017:
http://kulturservisi.com/p/aynur-dogana-berkleeden-akdeniz-muzigi-ustasi-odulu